14 Haziran 2007 Perşembe

kaya güvercini

yalpalayarak kaya güvercini
güneşin önünden
kelepir bir öğleden sonrayı
taşıyor

ölü çiçeklerin aralık kalan gözlerinde
pıhtılaşan renkleri
değiştiremeyecek biliyor
yüzündeki benleri silemeyecek
öteki adını örneğin
garipçe olanı yineleyemeyecek olsa da

zatürre düşlere alaycı bir güneş hediye ediyor

kan şekeri


sabahın büküldüğü anda
kan şekerim düşüyor
iki parmak bal için doğrulduğumda mutfağa
koltuk düşünüyor acaba yürüyebilecek mi diye
intihar süsü verilmiş buzdolabı kapanıyor kendine
siren sesinden başka yiyecek yok
çözülmeye yüz tutmuş karşılaşmalar duruyor
mermer tezgâhın üstünde
ölümlü bir adamı ruhani bir hazla sever gibi
yiyiyorum tırnaklarımı
tırnaklarımı yedikçe ben
sanki daha güçlü büyüyorum
fonda annemle ilk karşılaşmamızın repliği
saçmalıyorum son karşılaşmamız olmalı bu
hafızam bir balıktan armağan
herkes bilir
pembemsi yanaklarımda biriken kan değil
kan şekerim düşüyor benim
sabahın büküldüğü yerde duran
bir mühendislik hatası gibi
yüzümü yıkamaktan acizim
muslukta deklare edilmiş susuzluk
gözlerim çapaklarımın boykotunu aşamıyor
teskeresini almak üzereyken sabah
bir kesme şeker buluyorum
yiğitçe pencereden sarkıtıyorum gözlerimi
sokak kedileri sararıyor birer birer
kan şekerim yükseliyor
her sabah uyandığımda
kendimi ne çok ihmal ettiğim aklıma geliyor.

ifade

epey zamandır yüzüme konuşlanan
benim,
acının tutanağı teşhisi koyduğum
uzmanlarınsa mimik kırışıklıkları adını verdiği
lirik ifadeyi sorguluyorum
saçlarımdan koparıp
göz göze gelmekten çekindiğim
beyaza dönmüş kızıllıklarımı sayıyorum.
kederle, öfkeyle, cesaret ve ödleklikle bezenmiş
mevsim aralıklarında dönerken
zar zor tutuyorum kucağımda
aksi yönden gelen güneşe özenmiş çocukluğumu,
bileklerim bir ip inceliğine kavuşana kadar
sürüyor mücadelem,
ve farkına varıyorum
ben hiç sokulamadığım yüzüme
geçmişin hesabını soruyorum.